Röportaj: Berat Genç
Modern resimde dünyada “yerellik” akımı yıllardır baskın. Evrensel ise yerelden hareket eden bir ölçüt. Bizdeki tartışmalara baktığınızda ise hala geleneksel, yerel etiketlemelerini görüyorsunuz.
Nasıl bizde halk ozanlarımızın deyişleri, şiirleri, türküleri bugün en sevilen senfonik müzik eserlerine veya pop ve rock şarkılara uyarlanıyorsa dünyada da halk ezgileri, balatları günümüzde senfonik rock veya metal gruplarının şarkılarına alt yapı olmaktadır. Bu noktada geleneksel olanın modern olanda yeri olamayacağını söylemenin imkânı yoktur. Ki zaten kanımca modern dünyada halen ilgi çeken en çok sevilen tüm sanat ve edebiyat eserleri içeriğinde yerel ve gelenekseli barındıranlardır. Geleneksel kavramı içinde geçmişe dair davranış, yaşayış ve dolayısıyla tüm kültür ögelerini barındırır. Bir toplumun, bir milletin gelenekseli o toplumun ya da milletin bilinen en eski tarihinden bu yana yapagelmekte olduğu davranış biçimlerini, kimliğini ifade etme tarzını, dilini ve bunların hepsini oluşturan kültürünü ifade eder. Toplumları, milletleri geleceğe taşıyan ise geçmişleriyle olan bağlantılarıdır. Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceklerini inşa edemezler. Hiçbir gelecek yoktur ki geçmişinden bağımsız ele alınabilsin. Geleneksel veya yerel olan geçmiş ise, gelecek de modern ya da evrensel olandır.
Spatula resmi dediğiniz bir teknik ile resim yapıyorsunuz. Detaylarını dinleyelim mi?
Eserlerimin az önce değindiğim tematik içeriğini en etkin şekilde sunabilecek bir teknik geliştirmeye çalıştım yıllarca. Öyle bir şey yapayım, öyle bir teknik kullanayım ki eserlerim yürümesin koşsun, konuşmasın şarkı söylesin istiyordum. Bunun için eserdeki anlatımı çok güçlü kılacak derinlikler, katmanlar, algıda güçlü espaslar yapacak bir tekniğe ulaşmam gerekliydi. Bunun için boya katmanlarının mümkün olduğunca kalın bir şekilde nerdeyse rölyef algısı uyandıracak bir şekilde tuvale konması gerekiyordu. Bir süre bu amacımı fırça ile gerçekleştirmeye çalıştım. Spatula ise sadece boyayı karıştırmak ve tuvaldeki boyayı kazıyıp resmi fululaştırmak, sfumato etkisi yaratmak için kullanılan bir gereçti o zamanlar benim için. Ancak fırça kullanımı, her ne kadar kalın fırça ile büyük boya katmalarını sürmek mümkün olsa da tam istediğim sonucu veremiyordu bir tülü. Zira ben boyayı sürmek değil, sanki pat diye koymak istiyordum tuvale.
Spatula burada etkili oldu. Elbette ki spatula kullanımı sadece bana has bir durum değil. Birçok ressam spatula kullanır. Kimisi belli bir kısım boyayı sürmek ve kazımak için kullanır, kimisi de benim gibi hiç fırça kullanmadan resmini spatule ile tamamlar. Ancak ben sanırım onlardan daha farklı bir şekilde kullanıyorum spatulayı. Az önce değindiğim şekilde yaş boya katmanlarını birbirine karıştırmadan, bir katmanı sürerken bir alttakine bulaştırmadan, üst üste binmiş katmanların hangi kısımlarını ne derinliğe kadar sıyırman gerektiğine onlarca denemeden sonra karar vermiş olarak, bazen bileğin yüz seksen derece bazen daha fazla bir açı ile dönmesini gerektirecek kadar farklı bir teknik yaklaşım benimkisi. Açıkçası ben benzerini görmedim henüz, bilemiyorum belki de vardır. Belki de bu röportajı okuyan ve hali hazırda kendine bir üslup arayan kişiler bunun üzerine kafa yorup denemek isteyecektir. Ancak kolay olmadığını göreceklerdir. Benim bu tekniği oturtmam yaklaşık on yılımı aldı.
Uluslararası bir marka, Akın Ekici, olma yolunda hızla ilerliyorsunuz. Bu konudaki yolculuğunuzu sizden duyabilir miyiz?
Eserlerimin yurtdışı koleksiyonlarda yer alması öncelikle yurtdışında yapmış olduğum sergiler ve sonrasında sanat piyasasında bilinirliğimin artması ile yurtdışından gelen talepler doğrultusunda oldu. Ressamlar için başka ülkelerde sergiler açmak yabancı fuarlara katılmak gerçekten çok önemlidir. Ancak ülkemiz gerçekleri göz önüne alındığında bu oldukça zor ve meşakkatli bir iştir. Ülkemizin ekonomik koşullarının ağırlaşması ile ne yazık ki her geçen gün yurtdışı sanat faaliyetleri daha zor hale geliyor biz Türk sanatçılar açısından. Sanırım doğru zamanda doğru kişilerle çalışmak, iyi ve etkili işler çıkarmış olmak, öngörülü olmak, hayalleriniz ve idealleriniz uğruna başka şeylerden fedakârlık etmek, fırsatları iyi kullanmak ve biraz da şans faktörünün lehinize olması gibi unsurların birleşmesi ile ben yurtdışında sergiler açabildim, yabancı grup sergilerine ve sanat fuarlarına katılabildim.
İlk yurtdışı kişisel sergim Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’da yapılan bir devlet sergisiydi. Ulan Batur Büyükelçiliğimizin himayesinde, Türkiye ile Moğolistan arasındaki diplomatik ilişkilerin kuruluşunun ellinci yılı şerefine düzenlenen bir dizi kültür ve sanat etkinliğinin bir parçası olarak Ulan Batur’da bir kişisel sergi yapmam teklifi geldi. Burada eli diplomatik yılın her bir yılına atfen bir resim olmak üzere toplamda 50 eserle bu sergiye katılma kısmı ve eserlerin her birinin çok büyük bir titizlikle, yoğun bir çalışmayla ve özel bir konseptte hazırlanması ise, işin hem fırsatı iyi değerlendirme hem çok çalışma, hayatınızın başka yönlerinden fedakârlık yapma hem de öngörülü olma yanıyla ilgiliydi. sonrasında ABD’de yaşayan Türk küratör ve dijital heykel sanatçısı Sayın Feride Demir bana ulaşarak, eserlerimi yakından takip ettiğini, eğer istersem ekibiyle birlikte ABD’de bana sergiler düzenleyebileceklerini veya grup sergilerine dahil edebileceklerini söyledi. Bu teklife de tabii ki çok sevindim. Ancak yurtdışı sergilerin zorluklarını çok iyi bildiğimden iyi planlama yapmak gerekliydi. Öncelikle sergi konseptini, hangi ölçülerde kaç eser yer alacağını ve serginin muhtemel zamanını Feride Hanımla kararlaştırarak çalışmalara başladım. Sergi ismi ise dünyanın başına gelen en büyük zorluklardan biri olan Covid 19 pandemisinin başlamasıyla kendiliğinden konulmuş oldu. “Zorluk ve Direnç/Hardship and Resistance”.
Son olarak da geçtiğimiz Eylül ayında ABD, Los Angeles’te yaşayan kızımı ve damadımı ziyarete gittiğimizde oradaki bir ailenin benden istediği baskı resimlerimi yanımda götürerek kendilerine teslim ettim. Ayrıca Los Angeles Başkonsolosumuz Sayın Sinan Kuzum ile bir randevumuz vardı. Ziyaretim sırasında kendilerine de bir baskımı hediye ettim. Böylece ABD’de New York dışında Los Angeles’te de eserlerim koleksiyonerlerin yaşamlarına dahil oldu, devlet envanterlerine girdi.
Teknik ve felsefi bir soru: Resmi yapan mı, ona bakan mı, onu yorumlayan mı anlamını verir?
Ben kendimce o resme bir anlam yüklerim veya bir tema bir kurgu çerçevesinde o resmi yapmaya çalışırım. Resim bittiğinde de o kurgu veya temayı kendimce görür, bulurum. Ancak o resim sergilenmeye başlayınca izleyenlerden o kadar farklı yorumlar, o kadar farklı algılanış biçimleri duyarım ki, şaşırıp kalırım. Acaba ben de o gözle bakabilir miyim, aynı sonuca ulaşabilir miyim diye empati bile yaparım. Ama çoğu kez olmaz. O resmim benden gitmiş, farklı algınmış ben de o algıyı bazen kabul edememiş bile olurum. Bazen de tam benim kurguladığım veya hissettiğim gibi gören, algılayanlar da olur tabi. Her iki durum da beni çok mutlu eder.
Sanat hayatınızda yönlendirici olan isimler, kanaat önderleri kim oldu?
2009 yılı başında Beyoğlu Akademililer Sanat Merkezine girdikten sonra Hocam Resul Aytemur ile 2021 yılına kadar çalıştık. Bu dönemde kendisinin çok destek ve yönlendirmelerini gördüm. İlk yıllarda onun ve atölyenin temel disiplini olan desen ve figür üzerine çalıştık. Ancak ben özellikle 2012 yılından sonra soyutlama ve soyut tarzıma yöneltim. Kendisi figüratif bir ressam olmasına rağmen aynı zamanda çok donanımlı ve çok yönlü bir ressam olduğu için bana soyut çalışmalarımda da çok destek ve yön verdi. Ve tabiki Devrim Erbil. Her konuda. Özellikle soyut ve soyutlama alanında kendimi bulmam için manevi desteği çok büyük oldu. Beni her zaman için yüreklendirdi. Çalışma disiplini ve sanatçı kişiliği ile bana her zaman örnek oldu.
Hangi sanatsal akımlardan etkilendiniz? Sizi etkileyen akımlar, dönemler hangileridir? Sanatçılar kimlerdir?
19. yüzyılın ikinci yarısında Van Gogh, Cloud Monet, Camille Pisaro, ‘Edouard Manet, Pierre Auguste Renoir gibi isimlerle gelişen empresyonizm (izlenimcilik) akımı önceleri ilgimi çekse de sonraları 19.yy.sonlarında ve 20.yy başlarında Vasili Kandinsky, Henri Matisse ve Gustav Klimt ve Pablo Picasso ile başlayan modern sanat akımı ve bahsettiğim ressamlarda gördüğüm, ekspresyonizm (dışavurumculuk) ve fovizm(renkçilik) akımları altında gelişen soyut ve soyutlamaya yönelik eserler çok daha dikkatimi çekmeye başladı. Matisse gibi renk kullanımı, Kandinsky gibi kompozisyon yeteneği ve Klimt gibi romantik şaşalı anlatım hep hayalim oldu. Özellikle Klimt’in Hayat Ağacı ve Öpücük isimleri resimleri uzun süre incelemem altında kalan eserler oldular. Ayrıca belirtmem lazım ki bir dönem Yalçın Gökçebağ’ın resimlerinden de etkilendim. Özellikle 2009 yılında Beyoğlu Akademililer Sanat Merkezine katılmamdan önceki dönemde peyzajlarımda Yalçın Hoca’dan esinlenmeler olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu çok kısa bir dönem birkaç resimle sınırlı kaldı diyebilirim. Bu arada çok enteresan bir anım var, kısaca bahsetmek isterim. 1978 yılında ilk okul dördüncü sınıf öğrencisiyken TRT’de bir çocuk programı vardı. Bu programın içinde Türkiye’nin dört bir yanından gönderilmiş ilkokul öğrencilerinin resimleri yayınlanırdı. Ben de çok özenirdim acaba bir resim yapıp göndersem yayınlarlar mı diye. Her hafta gelen resimler arasından sadece gösterilmeye değer birkaç resmi seçip ekranda gösteriyorlardı. Annem şansını bir dene bakarsın senin resmini de seçerler, belli mi olur? dedi. Oturdum Bergama Kermesi konulu bir resim yaptım ve TRT’ye gönderdim. Sonrasında her hafta pazar günleri yayınlanan programı takip etmeye başladım. Ama benim resmim yayınlanmıyordu bir türlü. Resmi gönderdikten yaklaşık iki ay kadar geçmişti ki artık umudumun kalmadığı bir gün o programda ismim okunarak resmim televizyonda gösterildi. Gözlerime inanamamıştım. Sevinçten deliye dönmüştüm. Adım televizyonda söylenmiş resmin gösterilmişti. Yıllar sonra 2023 yılı ocak ayında yine bir pazar günü değerli bazı hocalarımı atölyemde ağırlıyordum.
Resim sanatı toplumsal mesajlar vermek için midir?
İnsana ve topluma tarihin ilk çağlarından beri kendisini, yaşadığı olayları, ekonomik ve sosyal durumunu ifade etme imkânı veriyor. İnsan ve toplum kendisinin birçok araç ile ifade edebilir. Kanımca bunlardan en etkin olanı resim sanatıdır. İlk çağlardaki mağara resimlerinden günümüzün en modern eserlerine ve hatta dijital teknolojilerle üretilen tüm eserlere kadar söylem aynı. Resim hep bir araçtı. Akılcı bir araç.
Ressamsız veya resim yapmanın yasak olduğu bir dünya ülke nasıl olurdu?
Bir önceki sorunuz ve verdiğim yanıt ile bağlantılı olarak söyleyebilirim ki, böyle bir yasağın söz konusu olduğu durumda insan yaşam şansı bulamazdı. Dolaysıyla böyle bir ülke ve dünya da olamazdı. Evet kendinizi ortaya koymanın, ifade etmenin birçok yolu olabilir. Ancak bunların içinde insan ruhunu sağıltarak, onu besleyerek ve insana umut aşılayarak en iyi ifade etme yöntemi sanattır. Kaldı ki bazı yasaklar vardır asla uygulanması mümkün değildir. Herhangi bir sanat dalı ve özellikle resim sanatı da bunlardan biridir. Tarih boyunca resim yapmaya veya belirli tema ve konularda resim yapmaya yasaklar getirilmiş olabilir. Ancak insan oğlunu ruhu bu yasağı tanıma elverişli değildir. Yasaklanan temayı yapmaz görünür ama bir şekilde kenarından dolanarak yine yapar. Ya da izin verilen tema ve konuyu yapar gibi görünür ama aslında yasak olanı yine yapmaktadır. Çünkü yaptığı resme ne anlam atfedeceğini veya resmindeki sembollerde neyi ve kimi ifade etmek istediğini yalnızca kendisi bilir ve buna yalnızca kendisi karar verebilir. Yasağı koyanı aldatmak veya manipüle etmek bir ressam için çocuk oyuncağıdır. Örneğin ben yapacağım soyut resimle, yasaklanmış olduğu varsayılan insan figürlerini ve benzer objeleri çok rahat yapabilirim. Ya da bilinen temel plastik malzeme ile resim yapmanın yasaklandığını varsayalım, yoldan, dağdan, sudan veya ormandan topladığım çer çöpü öyle bir araya getiririm ki kimse bunun bir yapıt olmadığını söyleyemez. Bugün resim yapmanın tamamen yasak olduğu bir ülke söz konusu olamadığı gibi bundan sonra da olamayacaktır. Çünkü resim veya başka bir sanat dalını yapamamak insana bahşedilmiş eser yaratma yeteneği ve ihtiyacı ile çelişki halindedir. Bir yere beton dökerek alttaki kaynak suyunun yüzeye çıkmasını engelleyemezsiniz. O yüzeye çıkacak bir yol illaki bulacaktır.
Dijital sanat, NFT, yapay zeka, vs. Teknolojinin son yıllardaki gelişimi yüksek sanatı öldürüyor mu sizce. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bence her yenilik ve teknolojik gelişmeye dayalı olarak üretilen sanat insanın yüksek sanat yaratım gücünü tetikliyor ve arttırıyor. Teknolojik sanatın en ileri seviyesini makinelerin öğrenme gücü olarak ifade edilen yapay zekâ ile üretilen eserlerde görüyoruz. Fakat makinelerde insanda olandan farklı olarak bir “ego” bulunmamakta. Ego yani benlik duygusu insanı makine ile rekabette hep bir adım öne taşıyacaktır. Yapay zekâ, herhangi ressamın veya başka bir disiplindeki santçının eserlerinin aynısını kusursuz bir şekilde makine öğrenmesine dayalı olarak üretebilmektedir. Hatta o sanatçının şimdiye kadar üretmiş olduğu eserlerden yola çıkarak o sanatçının yapabileceği varsayılan yepyeni bir resmi de yapabilecektir. Ama bu yeni üretilen resim hiçbir zaman için tekniği ve üslubu makinece öğrenilmiş olan o sanatçının yeni bir eseri olamayacaktır. Zira söz konusu sanatçını yeni bir resim yapsaydı o resmi nasıl yapacağını kendisi bile henüz bilemez. Bu yüzden şimdiye kadar bana yapay zekâ ile ilgili olarak sorulan; “yapay zekâ insanın sanat yaratma gücünü yok edecek mi veya insandan daha üstün bir sanatçı olabilecek mi?” türünden sorulara hep şu yanıtı veriyorum: “Evet yapay zekâ benim eserlerimin aynısını kusursuz bir şekilde üretebilir. Ancak yeni resmimi henüz ben bile nasıl bitireceğimi belemezken bunu yapay zekanın bulup ortaya çıkarması mümkün değildir. Daha önce yaptığımı bir resmin aynısını yapabilir ancak yeni yapacağım resimde ben her zaman yapay zekâyı ters köşeye yatırabilirim.”
Comments